Serdar Kuzuloğlu’nun San Francisco Tavsiyeleri

Dünyanın en popüler teknoloji girişimlerinin büyük bir bölümünü barındıran San Francisco mesleğim gereği sık gittiğim yerlerden biri. Bizim Silikon Vadisi dediğimiz bölge de yine bu şehirde bulunuyor (ki verdiğimiz isim aslında büyük bir çeviri faciası. İngilizce’deki ‘silicon’ bizim dilimizde ‘silisyum‘a denk geliyor. Bizim ‘silikon’ dediğimiz şeyin İngilizce’deki karşılığı ‘siliconE‘. Yani orası aslında Silikon değil; Silisyum Vadisi).

İlk ziyaretimi turist olarak 1993′te yapmıştım ve beni gerçekten büyülemişti. Gençliğim boyu senelerce kaçırmadan izlediğim Karl Malden ve Michael Douglas’lı unutulmaz San Francisco Sokakları dizisinden aşina olduğum o dik tepeler, tramvay, iki-üç katlı evler ve muhteşem okyanus manzarası… Yıllar boyu izlediğim şeyleri dünya gözüyle görmek, gezmek, inanılmaz bir tecrübeydi.

San Francisco (SF diyelim) tartışmasız ABD’nin en kendine has şehirlerinden biridir. 7 milyonu aşan nüfusuyla ülkenin en kalabalık 17. şehri. Ancak karma mimarisinden dolayı bu kalabalığı asla hissetmezsiniz.

Kısa bir tarih gezisi

1700′lerde İspanyol işgalcilerin (hadi kaşif diyelim) ilk ‘beyaz’ yerleşimi kurduğu bölge 1800′lerdeki ‘altına hücum’ döneminin de merkez üssü olmuş. 1906′daki meşhur büyük depremde şehir ağır hasar almış ama esas yıkımı patlayan gaz borularının tetiklediği yangınlar yapmış; şehir günlerce cayır cayır yanmış. Yangın günler boyu bir türlü durdurulamayınca ordu binaları bombalayarak şehirde yarıklar açmış ve yayılmayı engellemiş. Bu felaket sonrasında 400 bin kişi; başka bir deyişle şehrin o dönemki nüfusunun yarısı evsiz kalmış.

1929′da ülkeyi vuran derin ekonomik krizde tek bir bankası bile batmayan şehir, gündeme inat iki dev projeyi tamamlayarak kadere meydan okumuş. Şehrin parçalarını birbirine bağlayan ve bizim İstanbul Boğaziçi köprülerine denk gelen Golden Gate ve Oakland Bay köprüleri o dönemde inşa edilmiş.

Gay cemaatinin ülkede en yoğun olduğu bölgelerden biri olan Castro‘ya ev sahipliğini de unutmayalım. Gökkuşağı bayrağını ilk defa burada görmüştüm. O zamana kadar bana (bize) öğretilen erkek ve kadın kalıplarının dışında hayat görüşü ve yaşamların ‘gizlenmeden de yaşanabileceğini’ ve hayata renk kattığını öğrenmiştim. Gaylerin efsane SF Pride etkinliği bence herkesin hayatta bir kere denk gelmesi gereken bir ‘karnaval’.

Gariptir ama vücut geliştirmenin en popüler gay sporu olduğunu da SF’da öğrenmiştim. Bu kare SF Pride etkinliğinden bir kesit. Bu oğlanlarla rekabet etmediğim için mutluyum. Hiç şansım olmazdı herhalde…

SF aynı zamanda kültürel akımların da başkenti. Kültür-sanat konularına meraklıysanız SF, ABD için çölde vaha gibidir SF. Dünyanın en iyi üniversitelerini barındıran şehir yukarıda da değindiğim gibi teknoloji dünyasının kutsal toprakları Silikon Vadisi’ne de ev sahipliği eder (bir gün sıkça duyduğunuz bu bölge, tarihi, özellikleri ve bizde neden bir benzerinin olamayacağına dair ayrıca bir şeyler yazmak istiyorum.).

Gelelim tavsiyelere

Şehre son ziyaretimin sebebi ayrıntılarını yine bu blogda paylaştığım Cumhurbaşkanlığı ziyaretiydi. Abdullah Gül’ün öğle ve akşam yemekleri devlet protokolü formunda geçtiği için gazeteciler olarak biz de bulduğumuz her fırsatta kendi imkanlarımızı yarattık. Şimdi hatıraları hala tazeyken onayımdan geçen EN İYİLERİNİ paylaşmak istiyorum.

Gigi’s Sotto Mare

Burasını yarı-salaş bir aile lokantası olarak özetlemek mümkün sanıyorum. Adından anlaşılacağı gibi İtalyan kökenli (SF en büyük Çin ve İtalyan mahallelerini barındırıyor aynı zamanda). Yine isminden anlayacağınız gibi deniz mahsullerine odaklı.

Yine flu bir fotoğrafla huzurlarınızdayım.

Gördüğünüz gibi küçük bir mekan, masa sayısı pek az ve her şey insanın üstüne geliyor. Fakat fiyat / lezzet konusunda altın orana sahip. Menüsü gayet zengin ve farklı. Garsonlar sizi sürekli azarlayıp duruyor. Durmayan bir telaş var ve cidden kararlı olup, bir an önce yiyip kapıdaki uzun ve sabırsız kuyruğa masanızı terk etmelisiniz.

1967′de kurulmuş ve 1973′ten beri bugünkü yerinde hizmet veren bu lokantada deniz tarağı sotesi (Sea Scallop Sautè / 19 dolar), karışık deniz mahsullü salata (Combo Louis / 19 dolar),somon füme (Smoked Salmon / 9 dolar) ve mekanın kendi özel yemeği olan deniz mahsullüyengeç çorbası (The Best Damn Crab Cioppino / 38 dolar) tattım.

Yemekler gerçekten kusursuzdu ancak birkaç uyarıyı yapmakta fayda var:

– Ben prensip olarak paramla yemek yiyeceğim mekanın kapısında aşevinde hayır yemeği bekler gibi sıra beklemeye karşıyım ve asla beklemem. Burada büyük bir tesadüf eseri 5 dakika sonra oturtulacağımız söylendi ve öyle de oldu. Ancak yarım saat kadar sıra beklenme olasılığı var (rezervasyon yok).

– Personel canından bezmiş Amerikalı garson kabalığında zirvede. Bu çok garip değil ama Türk restoran muamelesine alışkın olanlar için yadırgatıcı olabilir.

– Size kağıttan bir önlük verilecek. Onu alıp boynunuza takmadan yemeklere başlamayın. Üstünüze MUTLAKA sıçrıyor.

– Mekanın özel yemeği olan yengeç çorbasını bir kişi olarak bitirmeniz mümkün değil. Zaten menüde bunun 2 kişilik olduğu söyleniyor. Amerikalının ikisi, Türk’ün dördü olur. Öyle de oldu. Biz 4 kişi yedik ve çatlayıncaya kadar doyduk.

Scala’s Bistro

Otelimize nispeten yakın bir bölgede bulunan bu mekana girdiğimizde yıllarca kaç tanesine girip çıktığım halde düşünmediğim bir detay aklıma düştü: Bistro ne demek? Aramızda yürüttüğümüz tahminler doğru cevaba çok uzak değildi ama merhum Arman Kırım meğer zaten zamanında ayrıntısıyla yazmış (ki yazıda tavsiye ettiği Buvette Boivin benim de deneyip çok sevdiğim bir bistrodur).

Burası bistro ilkelerine bağlı kalarak tasarlanmış çok güzel bir ortama sahip. Şefinin kalitesi menü ve lezzzetlere de yansıyor. Farklı zaman dilimlerinde farklı lezzetler sunuyorlar. Biz akşam gittiğimiz için akşam menüsünden seçimler yaptık.

Ben sadece kalamar tava (Fritto Misto / 14 dolar) yedim ve Papardelle‘nin (makarna / 25 dolar) tadına baktım. Kalamar pek vasat geldiyse de Papardelle gerçekten iyiydi. Bu mekanda sadece California bölge üzümlerinden oluşan az ama öz bir şarap seçkisi olduğunu da hatırlatmak isterim. Biz bir 2007 Buena Vista Pinot Noir (pino nuar okunur) içtik (56 dolar).

Calzone’s Pizza Cucina

Seçimlerimden fark edeceğiniz gibi ben İtalyan mutfağına biraz düşkünüm. Bu mutfağın en önemli akslarından pizza ve makarna (pasta mı demeli?) konusundaki mahareti ayırt edecek damağa sahip olduğumu düşünüyorum. (örneğin evimin çok yakınında büyük patırtıyla açılan ve insan seline uğrayan Pipa‘nın bayağı vasat olduğunu düşünüyorum. Pizza konusunda benim mahalleye gelirseniz Cento Percento‘ya bir şans verin derim. İnce hamurda her denememde başarılıydılar. Uyarı: Calzone pizzaları BERBAT!)

Neyse efendim; bu İtalyan mutfağı ama özellikle pizza konusundaki bütün standartlarım bu mekanda alt üst oldu. Çok net ve her harfini kast ederek söylüyorum: ben bu kadar güzel pizza ye-me-dim!

Calzone, ince hamur pizzayı ortadan ikiye katlayıp kapatmak gibi bir şey. Çibörek (çiğ börek denmez!) ya da poğaça (bohçadan geliyor) formunu düşünün. Benim hiç sevmediğim bir tarz. Buranın ismi biraz aldatıcı ama geniş bir açık (klasik) pizza menüsü de var. Makarna ve şaraplar da enfes (dene dene bitmez).

Burada şarküteri tabağı, prosciutto pizza (san daniele prosciutto / 15 dolar), deniz mahsullü fettuccine (menüde yoktu, özel yaptırdım / 18 dolar) ve bolca parmesan peyniri yedim. Ayrıca masaya gelen dört peynirli (four cheese / 14 dolar) ve calzone usulü yapılmış patlıcanlı pizzanın (marinated eggplant / 14 dolar) tadına baktım. Hepsi kusursuzdu. Ancak geleneksel pizzası ipincecik hamuru, ağız suyu akıtan mayası ve tam kıvamında (yani az) malzemesiyle ‘ben gerçek bir İtalyan’ım’ diye bas bas bağırıyordu.

Mekanın tasarımı da çok ilgi çekiciydi.

Şarap seçimimizi de İtalya’da ‘Şarapların Kralı’ ya da ‘Kralların Şarabı’ olarak da anılan Barolo Mauro Molino‘dan yana yaptık (70 dolar).

Burayı galiba hiç unutamayacağım.

Ozumo

Gay mahallesinde küçük ve çok popüler bir suşici olduğunu duyduk ve yola koyulduk. Ama gördüğümüz mekan pek iç açıcı gelmediği için başka bir yer aramaya başladık. Bu sırada Çinli şoförümüz bize iyi bir tavsiye verebileceğini söyledi. Bu tip durumlarda hep bir hanut korkusu yaşamışımdır ama epey acıktığımız için kabul ettik.

Kapısından girdiğimiz mekan benim ÇOK sayıda örneğini tecrübe ettiğim Japon restoranlarının içinde ilk 3′e girecek kadar iyiydi.

San Francisco, Oakland ve Santa Monica’da bulunan bu restoran zinciri geleneksel Japon mutfağının ana unsurlarını zedelemeden yeni, modern ara tatlar geliştirmiş. Suşileri çeşit olarak az ama muhtemelen başka bir yerde yiyemeyeceğiniz bileşenlere ve sunum tarzına sahip.

Aşağıda miso çorbayla başlayan, nigiri / sashimi seçenekleriyle devam eden ve enteresan bir Japon tatlısıyla biten kendi seçimimi görebilirsiniz.

Kalabalık bir grup olarak gittiğimizden aşağı yukarı her şeyi tattık. Burada tek tek yazamayacağım. Ancak etinden suşisine, şarabından tatlısına her şeyiyle gerçekten eksiksiz, kusursuz ve lezzet dolu bir akşama hazır olun derim. Burayı sakın ihmal etmeyin! (Uyarı: pek de ucuz sayılmaz)

Colosseo

Cumhurbaşkanlığı kortejinde bize tahsis edilen minibüsün Kuzey Afrika kökenli, Sicilya’dan göç etmiş Luigi adlı bir şoförü vardı. Kendi sanki ABD toprağından yeşermiş gibi ülkeyi Çinlilerin istila ettiğini ve her işi bok ettiklerini anlatıp duruyordu. Mafyaları bile edepsizdi ona göre (sadece hedeflerini değil bütün aile ve akrabalarını da öldürüyorlarmış). Ayrıca erkeklerin gayet iyi anlayacağı o ‘leş muhabbetin’ dibini bulmakta üstüne yoktu (örnek vermek bile mümkün değil).

Kendisinden tavsiye istediğimiz bir gece bizi kuzeninin mekanına götürmeyi teklif etti. Günlerce bize kuzenlerini anlatıp durmuştu. Ben bu kadar çok kuzeni olan çok az adam tanıdım. Sırada Colosseo adlı mekanın sahibi kuzen vardı demek ki…

Yaz tatilini Sultanahmet’te geçirmiş yüzde 100 İtalyan garsonun bize kanı hemen kaynadı. Bu iyiye işaretti. Mekanın özelliği her masaya bir bedava bruschetta vermesi (sarımsaklı ekmek üstüne sızma zeytinyağı ve domates diyelim).

İsmini Roma’da gladyatörlerin savaştığı meşhur arenadan alan mekanın iç dekor ve aksesuarları da aynı temayı taşıyor.

Burada pizza ve makarnalardan oluşan bir seri denedik:

Enfes makarna ve pizza turu burada da devam etti. Belki çok iddialı bir yer değil ancak orta karar bir öğle yemeği için kesinlikle aklınızda bulunması gereken, sizi üzmeyecek ve hesaplı bir mekan burası.

Caffe Greco

Yukarıda tanıttığım Calzone’s Pizza Cucina’da karbonhidrata gömüldüğümüz gün kafamı kaldırdığımda sokağın tam karşısında Caffe Greco’nun tabelasını gördüm. Sonra camlarına kitlendim. Dev boyutta beni can evimden vuran bir anahtar kelime vardı: Cannoli!

Ben cannoli ile seneler önce Baba filminin şu meşhur sahnesini izlerken tanışmıştım.

Bir mafya askerinin cinayetten sonra bile önemle üstünde durduğu ve unutmaktan korktuğu bu cannoli ne olaydı? Bir tatlı olduğunu araştırıp buldum ama lezzeti nasıl bir şeydi acaba? 1989′da İtalya’ya gittiğimde aklıma gelmedi ama doksanlı yıllardaki bir New York ziyaretimde siftahı yaptım. Bu sahiden de unutulacak bir lezzet değildi!

İtalya’nın (daha doğrusu Sicilya’nın) meşhur ricotta peynirinin bolca şeker ve vanilya eritilip koni şekilli bir tatlı kıtır hamurun içine doldurulmasıyla elde edilen geleneksel bir Sicilya tatlısı. (Esasında isminin doğrusu ‘cannolo’. Çoğul olarak kullanıldığında cannoli’ye dönüyor. Bizdeki ‘ler’ eki İtalyanca’da o ve i ile temsil ediliyor. Ama bu tatlı çoğul isimli haliyle yerleşmiş dile bir sebeple).

Ne yazık ki Türkiye’de hiçbir yerde rastlamadım. Siz bulursanız lütfen haberdar edin.

Pizza ve makarna ile çok doymuş ancak burayı aklıma yazmıştım. Son gün uğradım ve siparişi verdim. Bir tane daha yemek istedim ama kendimi tuttum. Şimdi çok pişmanım. Keşke 2-3 tane daha yeseymişim. Çünkü gerçekten çok lezzetliydi.

Yunan kahvesi isimli bir mekanda Sicilya tatlısı yeteri kadar ipucu veriyordu ama yine de dayanamayıp sordum. Evet. Sahibi ne Yunan’dı ne de İtalyan’dı. Bölgede halkını pek sevmedikleri için böyle bir tarzla kendini sıyıran bir Arap’tı sahibi.

Ama güzel cannoli yapıyordu ve hepimizin aklında bulunmalıydı.

BONUS: Chicago

San Francisco’ya geçmeden önce sadece bir gece kalabildiğim Chicago’da çok kısa iki restoranı da tavsiye edip bitiriyorum: Lou Malnati’s Pizzeria (Chicago usülü derin tencere pizzası. MUHTEŞEM!)

Dökme demir tencerede pişen Chicago tarzı bu pizza yaklaşık 10 santim kalınlığında ve sadece 1 santimi hamurdan oluşuyor. Çok ilginç bir lezzet!

Ve et sevenler için şehrin en iyi seçimlerinden biri olan Gibsons. Aklınızda bulunsun.

***

Serdar Kuzuloğlu

http://mserdark.com/seyahat/san-franciscodan-yemek-ve-mekanlar

 

Çok Gezen Çok Tozan, Az Biraz Deli, Biraz da Yazan Çizen, Ucundan Web Tasarımcısı, Çılgın bi Proje Canavarı, Aa Unutmadan Az Buçuk da Fotoğrafçı.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

uzakrota_logo - Kopya

Uzakrota Travel Summit is connecting the biggest companies with the brightest minds and professionals of the travel industry around the world.

Let’s Do It Together

Get subscribed today!